09-KENTE KARŞI SUÇ POLİTİKA

MURAT KARAYALÇIN: KENT İNSANI KARAR SÜRECİNE KATILMIŞ MIDIR, ONA BAKARIM.

Prof.Dr. İlhan Tekeli 1994 tarihli bir makalesinde, büyükşehir belediye başkanlığı döneminizi kastederek “kente karşı işlenen suç kavramı son yıllarda Türkiye gündemine Murat Karayalçın tarafından sokulmuştu” diyor. Siz kente karşı suç kavramını nasıl tanımlıyorsunuz?

Kente karşı suç kavramını; Ankara’da özellikle hava kirliliği konusunda yürütmekte olduğumuz çalışmalar kapsamında dile getirmiştim. Daha sonraki yıllarda değişik nedenlerle bizim o dönemde (1989-94) çok sayıda kavram geliştirmiş olduğumuzu ve bu kavramın da uluslararası düzeyde karşılığı olduğunu gördüm. Kente karşı suç kavramını o dönemde terminoloji ürettiğimizi, yeni bir takım kavramları söylediğimizi bilmeden uygulamalarımıza ve soyut tartışmalara dayalı olarak geliştirdiğimizi bugünden bakarak söyleyebiliyorum.

Kente karşı suçu iki kümede toplamak olanaklıdır. Bir tanesi ortaklaşa saptanmış olan norm ve standartlara aykırı davranışlardır. Hava kirliliği vs. gibi kentte yaşamın niteliğini yüksek tutan kolektif kararlara aykırı davranılması, kente karşı suçu oluşturur. İkincisi de; kentin temel kararlarının, kentin katılımı olmaksızın bir belediye başkanının kadrosunun ufkuyla sınırlı olarak verilmesidir. Çünkü orada hem müzakereci demokrasi yoktur hem proje meşruiyeti kavramı da ihlal edilmiştir. 

Proje meşruiyeti kavramını biraz açar mısınız?

Proje meşruiyeti kavramını ilk kez İlhan Tekeli’nin bir yazısında okumuştum fakat uzunca yıllar o kavrama göndermede bulunulmadı, o kavram ele alınmadı. Kuzey İstanbul Projesi tartışılmaya başlanınca, İlhan Tekeli’nin yıllarca önce dile getirdiği bu kavramın yeniden ele alınması gerekli diye düşündüm. Projelere meraklı bir siyasetçi olarak; o doğrultuda bazı düşüncelerimi dinleyenlerle paylaştım. O zaman içinde bulunduğumuz ortamda, yerel seçim döneminde proje meşruiyeti tartışmasının gerekliliğini ortaya koyan başka önerileri de duyuyorum.

Projeler ne zaman meşru olur? Özellikle Gezi eylemleri bağlamında bu soru çok önem taşımaktadır. Gezi’nin kararını, Gezi Parkı ile ilgili kararları kim vermelidir, kim verdiği zaman meşru olur? Venedik Komisyonu Başkanı’nın Sabancı Üniversitesi’nde yapmış olduğu bir konuşma vardı. Konuşmasında Türkiye demokrasisini değerlendiriyor ve Türkiye siyasi tarihinin en önemli olaylarından bir tanesi olan Gezi olaylarının, Başbakanın, İstanbul’daki bir parkın nasıl yapılandırılması gerektiğine ilişkin tercihlerinden kaynaklandığını hayret ve üzüntü ile gördüğünü söylüyor. Diyor ki; ‘Türkiye’nin başbakanına ne? Herhangi bir ülkenin başbakanına ne?’ Yani bir kentin, bir ilçesinin bir semtinin, parkının nasıl yapılanması gerektiğine kim karar verecek? Ne zaman bu meşru olur? Bunun meşruiyetini başka bir yerde aramak gerekir.

Bir iki örnekle bu kavramı açıklamaya çalışayım. Benim Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığım döneminde müzakereci demokrasinin örneği olan iki tane platformumuz vardı bizim. Bunlardan birincisi “Ankara Kurultayı”ydı. İkincisi ise “Proje Karar Kurulları”ydı. 

Önce kente karşı suç kavramıyla bağlantılı olduğu için Ankara Kurultayı’ndan bahsedeyim; Ankara’nın başkent olduğu 13 Ekim’in olduğu haftada topluyorduk, yaklaşık 1 hafta sürüyordu. Ankara’da var olan tüm sivil toplum örgütleri temsilcileri katılıyordu. Ankara’yı seven, Ankara için düşünceleri olan sade vatandaşlar da katılabiliyordu. Spor salonunda açılışı yapıp, daha sonra komisyon salonlarında belediyenin değişik birimlerinde yürütülüyordu. Burada ben bir de bütçemi sunuyordum. Yani Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi’ne Aralık ayında sunacağım bütçeyi çok basitleştirilmiş olarak ekim ayında önce Ankaralılara sunuyordum. Aldığım eleştirilere göre taslağı oluşturup, meclise sunuyordum. Burada kente karşı suç kavramını; Ankara’nın, Ankaralı’nın önemsediği, her konu bağlamında biz dile getiriyorduk. İlgisi olan herkes katılıp fikrini dile getirebiliyordu. 

İkinci olarak, bizim dönemimizde toplumsal hinterlandı olan projelerde; özellikle yeni kent projelerinde ya da kentsel yenileme projelerinde proje karar kurulları çok etkili bir biçimde işletildi. Batıkent, Çayyolu, Eryaman, Elvanköy, Hacı Bayram kentsel düzenlemesi, Dikmen Vadisi Projesi, Portakal Çiçeği Vadisi, İvedik Organize Sanayi Projesi Karar Kurulu, gibi. Örneğin; Dikmen Vadisi Proje Karar Kurulu, on bir kişiydi. Dikmen’in beş mahallesinde kurulan beş kooperatiften birer temsilci, beş belediye üst düzey yöneticisi ve benden oluşuyordu. Bu on bir kişi talepleri, önerileri görüşüp karara bağlıyorduk. Ben bu kararları belediyeye talimat olarak, bir yönerge olarak gönderiyordum.

Siyasi ve ideolojik bir hipotez olarak söylüyorum; eğer proje sahipliliği varsa, o projeden yararlanacak olan insanlar örgütlenerek o projenin ‘proje muhafızı’ olmuşlarsa bir büyük enerji ortaya çıkıyor. O enerji o projeyi alıp götürüyor, kaynakları da iyi kullanıp üretim yapmış oluyorsun.

İşte Habermas’ın ‘müzakereci demokrasi’ kavramının yerel uygulaması budur; proje meşruiyeti böyle sağlanır. Ben bunu yalnızca bir demokrasinin, demokrasi anlayışının olmazsa olmazı olarak görmüyorum. Bu anlattıklarımın olmamasının, mali ve maddi kayıplarının da olacağı iddiasındayım. Demokrasi, aynı zamanda maddi ve mali kazanımı da getiriyor.
Sizce günümüzde büyük kentsel projeler nasıl yürütülüyor?

‘Beyaz Fil Projeleri’ denilen, projeleme tekniğinde önem taşıyan bir kavram vardır. Çok görkemli, çok büyük fakat bir işe yaramayan projelere denir. Örneğin; Kuzey İstanbul projelerinin tümünün buraya girdiği kanısındayım. Kanal İstanbul, 3. Köprü, 3. Havalimanı, miktar olarak tam büyüklüğü bilinmiyor ama 70-80 milyar dolar dolayında bu projeler. Türkiye’nin milli gelirinin 800 milyar dolar dolaylarında ise Türkiye milli gelirinin neredeyse yüzde 10’u.

Çevre düzeni planlarına kentlerin anayasası denir. Bu çok doğru bir ifadedir. Mekanı nasıl kullanacaksın, toplumsal etkinlikleri nerede sergileyeceksin, nerede göstereceksin, nerede ne yapacaksın? O anlamda bir anayasadır. Kentin Anayasasını da kentin meclisi karara bağlıyor. Meşru olan budur. İstanbul Anayasası der ki; İstanbul kuzeye doğru büyümemeli. İstanbul zaten büyümemeli ama kuzeye doğru hiç büyümemeli. Çünkü bütün su havzaları orada, akciğeri orada, su kaynakları orada. Plan bunu dediği halde merkezi otorite İstanbul’un kuzeyini tahrip edecek bir sürecin içine giriyor. Kanal İstanbul, havaalanı, köprü ve yeni şehir planlıyor.

Başkentten de bir örnek vermek istiyorum; AKP Ankara Anakent Belediye Başkan Adayı Melih Gökçek, İmrahor Vadisi ile ilgili bir tasarımını açıkladı. Bundan çok ciddi şekilde ürktüm ve üzüntü duydum. Ankara’nın topografyasına; hatta coğrafyasına müdahale eden bir projeyi seslendirdi. ‘İmrahor Vadisi suyla doldurulacak’. Buna ne hakkı var? Aslında, biri ona ‘buna ne hakkın var?’ diye sorduğunda, proje meşruiyeti kavramı da onunla birlikte gündeme geliyor. Ve bu proje; Kanal İstanbul Projesi’nin bir başka çeşididir. Hangi haklı gerekçe ile sen bunu düşünüyorsun? Bunun çevre etkisini, parasal büyüklüğünü değerlendirdin mi? Getirisi-götürüsü ile ilgili hesap yaptın mı? Orada yaşayanların ve tüm Ankaralıların görüşünü aldın mı? 

Dolayısıyla tüm bunların geldiği bir yer var. Müzakereci demokrasinin, proje meşruiyeti kavramının dolayısıyla kente karşı suç kavramının geldiği bir yer var. O da kent insanının karar alma sürecine etken bir biçimde, anlamlı bir şekilde katılıp katılmadığıdır. Bunun aksi kentin norm ve standartlarına aykırı tavırlar ile hemşerilerin içinde bulunmadıkları karar süreçleridir. Ve her ikisine de kente karşı suç demek olanaklıdır. 

Başka bir parti adıyla başlamış olsa bile AKP’nin yönetim zihniyeti,1994’ten beri Türkiye’nin birçok kentinde işbaşında; 2002’den beri de fiili olarak ülkenin yönetiminde. Bütün bu 20 yıllık sürecin kent hayatını nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu zihniyet, Türkiye’de kente nasıl bir etki bıraktı?

Bana göre; yaşam kalitesini son derecede olumsuz etkileyen bir anlayış var, 1994’ten bu yana. Eski sağ düşüncenin değişik bir biçimiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Kentin yapılarla donatılması, kentin her yerine beton dökülmesi ve oralarda “tesislerin” inşa edilmesi ve bunların ‘güzellik, modernlik’ olarak takdim edilmesi. Tüm bunları yaparken ihmal edilmemesi gereken bir unsur olarak çeşitli yerlere çiçeklerin dikilmesi; kimi yerlere ithal fidanların getirilip dikilmesi. Burada insan yok, doğaya saygı yok. 

İnsan soyunun bence son yıllardaki gelişmesinin önemli simgelerinden birisi de ÇED raporlarıdır. Doğaya saygının bir ölçüsü ve denetimi olarak geliştirilen bir kavramdır. AKP hükümetinin uygulamalarına baktığımızda önemli projelerin, bu raporlardan muaf tutulduğunu hatırladığınızda; bu saygının ya da saygısızlığın ölçüsünü de çok kolaylıkla dile getirebiliyoruz. Varsa yoksa inşaat, varsa yoksa onların akıllarına göre gelişme ve modernleşmeyi ‘simgeleyen’ bazı yapıların yapılması. Bunu yaparken hiçbir sınırın tanınmaması söz konusu. Şimdi, İstanbul projelerine, Ankara projelerine baktığımızda bunu çok açık olarak görüyoruz.

AKP zamanında ortaya konulan çeşitli yasaların getirmiş olduğu düzenlemelerin bile göz ardı edildiğini görüyoruz. Bunlar bir tanesi Çevre Düzeni Planı. Nüfusu 50 binin üzerinde olan kentlerde yapılması zorunlu olan bir plan, çok önemsenen bir plan tekniği; kent anayasaları olarak niteleniyor. İstanbul’da 2009 yılında 1/100.000’lik çevre düzeni planı kendi kadroları tarafından hazırlatıldı. AKP’li bir belediye başkanının başkanlığındaki encümen, bunu kabul etti. Aynı kişinin başkanlığındaki İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi bunu kabul etti. Fakat AKP yönetimi buna aykırı bir biçimde ve çok özenerek kuralları konulmuş olan alanlara müdahale ettiler. Üzerinde durmak gereken nokta; neden bunu yapıyorlar? Bence kendi kafalarındaki ‘modernlik, ilericilik, gelişme, nitelik yükselişi’ anlayışının göstergesi olan yapıların yapılması için, kendi koydukları kuralları bile ihlal etmekten çekinmiyorlar. Oraya bir Üçüncü Köprü yapacaklar, kendi dönemlerinde köprü yapmış olacaklar, bunu yaparken oradaki alanların niteliği, oradaki alanların tahrip edilip edilmediği de tümüyle önemini kaybediyor. Bu ilerleme, gelişme değil. Ben Ankara’nın her yerinin, İstanbul’un her yerinin, AKP yönetiminde olan her yerin bu şekilde kullanıldığını görüyor ve bunu çok üzücü buluyorum.

0 comments on “MURAT KARAYALÇIN: KENT İNSANI KARAR SÜRECİNE KATILMIŞ MIDIR, ONA BAKARIM.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: