POLİTİKA

ANTİ-TAYYİPÇİLİĞİN PATOLOJİSİ

Merkez medyada Recep Tayyip Erdoğan hükümetlerini açıkça eleştiren yazılara pek rastlamıyoruz artık. Saray/Hükümet politikalarını yeterince liberal bulmayan ya da Atatürkçülük bakımından ülkenin geldiği yerden memnun olmayan pek çok kişi ya işini kaybetti ya üslubunu değiştirdi ya da etki düzeyi daha marjinal olan yerlere doğru savruldu. Zaten kamusal hayatta çoğulculuğu tesis etmek bakımından sicilimiz eskiden de pek iyi değildi. Ama son on yılda genel olarak muhafazakar tahayyül özel olarak ise muhafazakar-İslami dünya görüşünü paylaşan geniş kitlenin temsilcisi olarak AKP güçlendikçe çoğulculuk iyice anlamsızlaştı. Öyle ki AKP demek bile oldukça riskli hale geldi. Gerçekliğine inanmasak dahi AK Parti ifadesini kullanmamız bekleniyor. Malum partiyi AKP olarak adlandırmaya devam edersek, kültürel hayatı baştan sona koşullayan Yeni Osmanlıcı imgeleri ciddiye almazsak veya başta cumhurbaşkanı olmak üzere parti liderliğine karşı fazlasıyla eleştirel bir üslup kullanırsak kınanmamız, kovulmamız ya da sabaha karşı terör örgütü üyesi olmak iddiasıyla tutuklanmamız hiç de uzak bir ihtimal değil.

Görünürde kamusal hayatta durum böyle. Ama sosyal medyaya baktığımızda, satış rakamları bir hayli yüksek olan Sözcü gibi gazetelerin sayfalarını karıştırdığımızda, laik kültürle yetişmiş insanlar arasında yapılan dost sohbetlerinde, başka bir manzarayla karşılaşıyoruz. Oldukça kalabalık bir kitle için AKP aleyhtarlığı siyasi kimliğin nirengi noktası haline gelmiş durumda. Ayrıca Tayyip Erdoğan çok sayıda yurttaş için nefret nesnesi gibi muamele görüyor.    

Yer yer patolojik bir nitelik de gösteren bu durum, yani Anti-Tayyipçilik bu yazının konusu. Anti-Tayyipçiliği irdelediğimizde karşımıza iki önemli mesele çıkıyor: Her şeyden önce Erdoğan’ın oynadığı rol çok sayıda kişinin gözünde kabul edilemez nitelikte. Çünkü sonuçta Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı değil de milletin babası gibi davranıyor. Oysa bu ulusun bir atası var. Recep Tayyip Erdoğan’dan nefret edenlerin büyük bir kısmı cumhurbaşkanının Atatürk’ün yerini almaya çalıştığını ya da aklında hep böylesi bir gizli gündemle siyaset yürüttüğünü düşünüyor. Anti-Tayyipçilikte kendi siyasal konumunu somutlaştıran bu kitle için mühim olan, fazlasıyla ön plana çıkmış bu siyasetçiye haddini bildirmek. Bu yolda Erdoğan’a yönelik olarak en sık başvurulan yöntem ise aşağılama. Verilen mesaj çok açık. Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk siyasetinin Recep İvediği olduğu düşünülüyor. Tıpkı İvedik de olduğu üzere bir kahramandan çok bir anti-kahramanı andırıyor Erdoğan. Ağırlıklı olarak orta ve orta-üst sınıftan gelen kişilerin hassasiyetlerini yansıtan Anti-Tayyipçi anlayışın gözünde Erdoğan son derece yetersiz veya fazlasıyla lümpen bir kişi. Bu nedenle takdir edilmeyi değil, küçümsenmeyi hak ediyor. Tabii muhafazakar-liberal kesim için böylesi bir tanımlama tarzı son derece sorunlu. Çünkü onlara göre halkı göbeğini kaşıyan adam, Recep Erdoğan’ı ise Recep İvedik seviyesine indirgeyen bu tür yorumlar sürekli bir şekilde seçim kaybeden laik kitlenin elitist yanını dışa vuran hastalıklı değerlendirmelerden başka bir anlama gelmiyor.

Peki, bu savunma yeterince kapsayıcı mı? Şüphesiz ki sınıflar arasında bir kıskançlık var. Muhafazakar kesimlerin ekonomi, siyaset ve kültür hayatında belirleyici konuma gelmesi epey bir kişiyi rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık Anti-Tayyipçiliğin kaynaklarından biri. Ama yine de muhafazakar aydınların yeterince dikkat etmediği bir nokta var. O da şu ki, Anti-Tayyipçilik sadece kaybeden elitlerin hislerini anlatmıyor. Anti-Tayyipçi kalkışmada Türk toplumunun epey bir süredir deneyimlediği sosyolojik bir durumu bütün açıklığıyla görmekteyiz. Daha açık bir şekilde yeniden ifade edersek Erdoğan taraftarlarıyla karşıtları arasındaki ilişki çoktan bir sevgi-nefret ilişkisine dönüşmüş durumda. Hem karşıtları hem de destekçileri bakımından Erdoğan, üzerine düşünülecek bir kişi olmaktan çok hissedilecek bir varlığı hatırlatıyor. Kitlelerin olumlu ya da olumsuz içeriklerde Erdoğan’la ilgili duyguları var. Duyguların bu denli ön plana çıkması ise hiç de iç açıcı sonuçlar doğurmuyor. Çünkü sonuçta liderle halk arasındaki ilişkinin duygusallaşması faşizmin en bilinen işaretlerinden biridir.

İşte tam da bu noktada cumhurbaşkanının tavrına ve Anti-Tayyipçiliği nesnelleştiren süreçlere bakmak gerekir. Şurası açık ki Türkiye halkı ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilişki çoktandır bir aile içi şiddet ilişkisine dönüşmüş durumda. Bize bağırıyor, kızıyor, bazen bizi seviyor, bazen ise sevmiyor. İçtiğimiz sigaradan yapacağımız çocuğa kadar her şeyimize karışmakta cumhurbaşkanı. Bizi düşünüyor. Bizim ondan böylesi bir talebimiz olmamasına rağmen. Sorun şu ki modern toplumlar kamusal alan ile özel alan arasındaki ayrım üzerine inşa edilmiş durumda. Bu nedenle kamu adına hareket eden kişilerden özel hayata çok fazla karışmamaları, bir de söyleyecekleri ve yapacakları şeyler bakımından ölçülü veya makul bir dili tutturmaları bekleniyor. Çünkü aşırılığın, kabalığın, sözle dahi olsa şiddetin modern demokraside yeri yok. 

Sonuç olarak şöyle bir değerlendirme yapabiliriz. Erdoğan Türkiye’sinde dindarlıktan, çağdaşlıktan, refahtan ve demokrasiden izler var. Yine de modern bir demokrasi ve modern bir toplum olmaktan çok uzaktayız. Çünkü siyasi yapı kurumlardan çok kişilere dayanıyor. Ayrıca siyaseti neredeyse tek başına belirleyen Tayyip Erdoğan otokratik eğilimleri ağır basan bir siyasetçi. Bu nedenle milletvekillerinin ve gazetecilerin tutuklu olduğu bir ülkede yaşıyor olmamız, siyasi rekabette sevgi ve nefret gibi duyguların fazlasıyla ön plana çıkmış olması hiç de şaşırtıcı değil.     

0 comments on “ANTİ-TAYYİPÇİLİĞİN PATOLOJİSİ

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: